Seyyid Abdülhakîm Efendinin Hüseyin Hilmi
Efendiye ilk verdiği vazîfe, İmâm-ı Begavî'nin "Kazâ-kader" hakkındaki, birkaç
satırının Arabî'den Türkçeye tercümesi oldu. Tercümeyi, yaparak, ertesi gün
hocasına götürünce, "Çok iyi, doğru tercüme etmişsin. Hoşuma gitti" buyurdu.
(Bu tercüme, Seadet-i Ebediyye kitabının 412. sayfasındadır)
Tıb Fakültesinden eczacılığa
geçmesi
Hüseyin Hilmi Efendi, tıbbiye mektebinde
ikinci sınıfa birincilikle geçti. Kemik vizesini vermiş, kadavra üzerinde
çalışma zamanı gelmişti. O hafta Eyüp'e gitti. Abdülhakîm Efendi ile bahçede
başbaşa otururlarken, "Sen doktor olma. Eczâcılığa naklet! Çok iyi olur"
buyurdu. Hilmi Efendi, "Ben sınıfın birincisiyim. Eczâcılığa geçmek için izin
vermezler" deyince: "Sen istida (dilekçe) ver. Allahü teâlâ inşâallah nasîb
eder" buyurdu. Dilekçelerden, yazışmalardan sonra, Hilmi Efendi Eczâcı mektebi
ikinci sınıfına gecti. Abdülhakîm Efendinin emri ile, Paris'te çıkan Le Matin
gazetesine abone olup, Fransızcasını ilerletti. Eczâcı mektebini ve sonra
Gülhâne hastahânesinde bir senelik stajını hep birincilikle bitirip, ilk önce,
üsteğmen olarak askerî tıbbiye mektebine müzâkereci tâyin edildi.
Yeni bir buluşu
Bu arada yine hocasının emriyle Kimyâ Yüksek
Mühendisliğini okumaya başladı. Von Mises'den yüksek matematik, Prager'den
mekanik, Dember'den fizik, Goss'dan teknik kimyâ okudu. Kimyâ profesörü
Arndt'ın yanında çalıştı. Takdîrlerini kazandı. Arndt'ın yanında altı ay travay
yapıp, (Phenyl-cyan-nitromethan'ın nitron-esteri) cisminin sentezini yaptı ve
formülünü tesbit etti.
Dünyâda ilk olan bu başarılı travayı, fen
fakültesi mecmûasında ve Almanya'da çıkan "Zentral Blatt" kimyâ kitâbının 1937
târîh ve 2519 sayısında (H. Hilmi Işık) isminde yazılıdır.
Hüseyin Hilmi Işık, 1936 senesi sonunda 1/1
sayılı Kimyâ Yüksek Mühendisliği diplomasını aldı. O sene Türkiye'de ilk kimyâ
yüksek mühendisi olduğu, günlük gazetelerde yazıldı. Bu başarısından dolayı
askerî kimyâ sınıfına geçirilerek, Ankara, Mamak'ta zehirli gazlar kimyâgeri
yapıldı. Burada on bir sene kalıp, Auer fabrikası genel direktörü Merzbacher ve
kimyâ doktoru Goldstein ve optik mütehassısı Neumann ile yıllarca çalıştı.
Onlardan Almanca da öğrendi. Harp gazları mütehassısı oldu. Başarılı hizmetler
gördü.
Sarf ve nahv mühendisi
Hüseyin Hilmi Işık "rahmetullahi aleyh", her
fırsatta İstanbul'a giderdi. Bu ziyâretleri güçleşince mektup yazarak gönlünü
ferahlatırdı. Abdülhakîm Efendi, cevaben bir mektupta şöyle yazmıştır: "Pekçok
sevilen Hilmi ve Sedâd! Sevimli mektûbunuzu aldık. Senâ ve şükre bâis oldu.
Avâmil'in tercümesini güzel yapmış. Demek ki, anlamış. Hilmi istifâde eder.
Sedâd istifâde eder. Avâmil'in bir şerhi, bir de mu'rebi vardır. Bunları bir
vâsıta ile gönderirim. Zâten nahiv itibâriyle kâfî olur. Sonra kimyâ mühendisi
olduğunuz gibi, bir de sarf ve nahiv mühendisi olursunuz. Diğer mühendisler
çoğaldıkça, kıymetten düşerler. Bu mühendislik haddi zâtında makbûl olduğu
gibi, nâdir olmuş, azalmış ve bitmiş olduğundan çok makbûl olur. Demek orada
bulunmanız, böyle devlet-i azîmeye nâil olmak için olmuş. Selâmlar ve düâlar
ederiz."
Başka bir mektupta, "Hilmi, mektûbunuza
müteşekkir oldum. Sıhhatinize şükrettim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarayan ve
dîn-i islâmda misli telîf edilmiş olmayan Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî kitâbını
okuyup bâzısını anlamanın çok ziyâde bir fadl ve ihsân olduğunu bilmelisin!..."
Hüseyin Hilmi Işık, Mamak'ta iken, İmâm-ı
Rabbânî'nin ve oğlu Muhammed Masûm'un üçer cild Mektûbât'larının Müstekımzâde
tarafından yapılan Türkçe tercümelerini birkaç kere okuyarak, bu altı cild
kitâptan, harf sırası ile özet çıkardı. Üç bin sekiz yüz kırk altı madde
hâlinde meydâna gelen bu özeti, İstanbul'a gelince Seyyid Abdülhakîm Efendiye
okudu. Hepsini, dikkatle dinledi, çok beğendi. Bu bir kitâp olmuş. İsmini
"Kıymetsiz Yazılar" koy, buyurdu. Hüseyin Hilmi Işık'ın şaşırdığını görünce,
"Anlamadın mı? Bu yazılara kıymet biçilebilir mi?" dedi. (Bu kitap, Hakikat
kitabevi tarafından bastırılmıştır)
Evlenmesi
1940 senesinde, Abdülhakîm Efendinin tavassutu
ile Karamürsel Kumaş Fabrikası Müdürü Ziya Beyin kızı Nefise Siret Hanım ile
evlendi. Belediye kaydını müteakip, nikahı, Hanefî ve Şâfi'î mezheblerine göre
Abdülhakîm Efendi kıydı. Düğün yemeğinde Hilmi Işık'ı yanına oturttu. Yatsıdan
sonra kendisine duâ etti ve zevcesine teveccüh buyurarak, "Sen benim hem kızım,
hem de gelinimsin" dedi. Böylece Hüseyin Işık'ı manevi oğulluğa kabul ettiği
anlaşıldı.
Hocasının vefatı
Hüseyin Hilmi Işık "rahmetullahi aleyh", 1943
senesi sonbahârında Ankara, Hamamönü'ndeki evinde otururken, Abdülhakîm
Efendinin yeğeni Fârûk Beyin oğlu avukat Nevzâd Işık gelip, "Hilmi ağabey!
Efendi babam seni istiyor" dedi. Şaşırdı. Efendi hazretlerinin Ankara'da ne işi
olabilirdi? Birlikte, Fârûk Beyin Hâcı Bayram'daki evine geldiler. Abdülhakim
Efendinin Ankara'da mecburi ikamete tâbi tutulduğunu öğrendi. Yorgunluktan çok
zayıf, hâlsiz oturmakta olduğunu gördü. Hilmi Işık, her akşam gelip, koluna
girer ve yatak odasına geçirdikten sonra, üstünü örtüp, yüksek sesle
"Kul-e'ûzü"leri okuduktan sonra ayrılırdı. Gündüzleri, ziyârete gelenler,
karşısındaki sandalyelere otururlar, az sonra giderlerdi. Hilmi Işık'ı her
zaman yatağının içine oturtur, hafîfçe bir şeyler söylerdi. Yirmi gün sonra
burada vefat etti. Bağlum'da defnedilirken, oğlu Ahmed Mekkî Efendinin emri
ile, Hilmi Işık kabre girip, dînî vazifeleri yaptı. Yine Mekki Efendi, "Babam,
Hilmi'yi çok severdi. Onun sesini tanır. Telkîni Hilmi okusun!" buyurdu ve bu
şerefli vazîfeyi de Hilmi Efendi yerine getirdi.
Hüseyin Hilmi Işık "rahmetullahi aleyh",
birkaç sene sonra, İstanbul'da yazdırdığı mermer taşı Bağlum'daki kabre
koydurdu. Van'da Seyyid Fehîm hazretlerine de mermer taş yazdırdı. İstanbul'da
Abdülfettâh Akri ve Muhammed Emîn Tokâdî'nin kabirlerini de tamîr ettirdi.
1971'de Delhi, Diyobend, Serhend ve sonra Karaşi'yi ziyâret etti; Panipüt
şehrinde, Senâullah Dehlevî hazretleri ile Mazhar-ı Cân-ı Cânân'ın zevcesinin
kabirlerini tamir ettirerek her iki kabrin muhâfazasını temin etti.
|